Ortalama bir hayat ne yazık ki abartılarla geçebiliyor.
Belki teşhisi ya da tarifi bilemiyoruz; belki de karşılaştırmalı
değerlendirme şansımız olmuyor. O yüzden ya karşılaştığımız durumu sadece bize
özgü sanıyoruz ya da olayların içinde küçücük kaldığımız hâlde göremediğimiz
bütünlüğü tanımlamaya çabalıyoruz. Böyle durumlarda tercih ettiğimiz
yorumları şöyle örnekleyebiliriz.
Evrensel boyutta…
Bütün zamanların en iyisi…
Kâinatın
en güzeli…
İnsanüstü…
Asla!
İmkânsız!
Sınırsız!
Eşsiz!
Rakipsiz!
Hatasız!
Sonsuza kadar!
…
Duygu fırtınası…
Gözyaşı seli…
İhtiras rüzgârı…
…
Batmaz, bitmez, yanmaz, solmaz, akmaz, kokmaz…
Dondum, bayıldım, öldüm, bittim, uçtum, mahvoldum…
Tarafsızım, doğalım, gerçekçiyim, kendimi iyi tanırım, ben
de öyle yapıyorum…
Meselâ 'asla'nın sınırı ve dayanıklılığı nereye
kadardır?... Bir şey neye göre 'imkânsız'dır?...
Göremediklerimizi ve bilmediklerimizi yorumlarımızın içine nasıl
olup da dahil edebiliyoruz?
Karşımızdakileri, öne sürdüklerimize ve varsayımlarımıza inandırma gayreti ile sözlerimizi bol bol bunlarla süslüyoruz.
Kütle,
hız, ışık gibi evrendeki her şey birbirine oranla ölçülebiliyor ve onlara ancak karşılaştırmalı olarak bir değer biçebiliyoruz.
Bir de sübjektif ölçülerimiz var; duygular, düşünceler,
tepkiler, hisler, tavırlar gibi. Ve aslında bunlara 'ölçü' denilemez, çünki daha çok her
insanın kendisine özgü yapısından, deneyimlerinden ve çevre etkilerinin
yönlendirmesinden oluşan önyargılar bunlar... ve öyle çoklar ki bugün için milyarlarca farklı durumdan söz ediyoruz aslında.
Öyleyse, sübjektif değerlendirmelerde birbirine yakınlık,
benzerlik, uyumluluktan söz etmek daha anlamlı olabilir herhâlde. Birbirine oranla ölçülebilen evrenin bildiğimizi düşündüğümüz
unsurları bile, bilemediğimiz o asıl büyüklüklerle karşılaştırılamadığı için
ölçülmüş, değerlendirilmiş kabûl
edilemezler.
Bu noktadan insana doğru geri dönersek, bir benzetmeyle şunu
sormamız gerekir: 'Karıncanın evren yolculuğu mümkün müdür?'
Tabi ki insanoğlu küçümsenemez ama insan da kendini büyük
göremez; hele ki çok azını görebildiğimiz evrende sayısını bilemediğimiz gezegenlerden sadece birinde
ve bir kaç metre yakınına kadar gelmeden seçilemeyecek kadar küçük formda
bulunuyorken...
Bence insanın tek artırabileceği unsur kendi idraki olabilir. İnsan, gerçek bilgiye ne
kadar yaklaşabilirse idraki de o derecede artabilir. İdrak arttığı ölçüde farkındalığın artması
ve farkına vardığımız ölçüde de gerçeğe biraz daha yaklaşmamız mümkün olabilir.
Bir an için kendimizi pergelin sabit ucu olarak düşünelim.
Diğer ucu ne kadar geniş açıyla uzatabilirsek, sınırımızı o kadar ileriye götürebiliyoruz
denilebilir. Yine de sınırına ulaşılan alan içindeki herşeyi çözmüş olmuyoruz ancak, burada esas olan kararlı ve azimli olmak. Sınırlarımıza ulaşabilir miyiz hiçbirimiz bilemeyiz ama bu yönde gayret
göstermek zorundayız. Aslında bu çaba yeterli oluyor bence, yeter ki doğru
yönde gidelim.
İçinde bulunduğumuz durumu henüz yorumlamaya çalışırken durumun koşullarının değişmiş olduğunu fark etmeli ve anlamalıyız.
Karışık tabi ve ben de çözenlerden biri
değilim zaten. Durumumuz, kimyadaki bir formülü ezberleyip, kullanacağımız yeri
bilmemeye benziyor biraz. Hani Facebook'da paylaşılan anlamlı sözleri beğeniyoruz ama
hiçbirini kendi hayatımızda uygulamıyoruz ya!... işte onun gibi bir şey.
Ayrılıklarımız da bu yüzden… Sadece zevk ve beğeni
tercihimiz olarak açıklanamayacak kadar sosyal ve sorumluluk gerektiren
kararlarımızı ne yazık ki sübjektif etkilerle veriyoruz. Kararlarımız sadece
kendimizi ilgilendirmiyor, içinde yaşadığımız toplumu da etkiliyor. Bu nedenle
mutlaka objektif ve olumlu ortak bir yol bulmalıyız.
Sübjektif değerlendirmeyi engelleyebilecek iki unsur var:
biri bilgi, diğeri de vicdan… Bilgiyi herkes almıyor, vicdan ise farklı
ölçülerde etkili hatta kapalı olabiliyor. O zaman bu iki unsurun kullanımını artırmaya çalışmamız
gerekmekte.
Görev yine bilgili ve vicdanlı insanlara düşüyor; sabır, kararlılık
ve dikkatle…
Zor aslında ama bir bağlantı kurmak zorundayız. İyi
niyetli, kendimize katı, tavizsiz bir bakış gerekli ve bunu hayat boyu
sürdürmek gerekli… Böylelikle kendimizin ve bulunduğumuz noktanın farkına
varabiliriz. Bu farkındalık eğer bize bilgi, idrak ve sorumluk da
kazandırırsa o zaman doğru yolda olduğumuzu düşünmeye başlayabiliriz. Geriye çok çalışmak kalıyor…
Tam bu noktada şu soruyu kendimize sormadan edemeyeceğim: 'Düşünürlerin düşünce ürünü sözlerini başkasına aktararak mı yaşayacağız? Biraz
da biz düşünsek…'
Hepi topu, bilemediniz en fazla 2x47 olsun, yeryüzünde ancak ve anlık olarak bu kadarlık bir alanı
işgâl ediyoruz o da ayaklarımız yere bastığında…